İlhan Selçuk’un yol arkadaşı

Devrimci yazar Oktay Akbal’ı, 28 Ağustos 2015 günü kaybetmiştik. Kültür ve yaşam deneyiminden damıttığı birikimle ustalaşmış bir yazarımızdı, Akbal. O, öykü, roman, deneme, anı, günce, söyleşi ve köşe yazısı gibi çeşitli yazın türlerinde usta bir edebiyatçıydı. Tüm yazılarında şiir ve öykü tadı vardı. Okurun hem yüreğine hem aklına ulaşmayı başarıyordu. Kendine özgü, yumuşak, sıcak ama vurucu bir anlatımı vardı.

Emin Özdemir, onun yazılarında, yaşanmışlıkla imgeselliğin birbirini bütünlediğini belirtiyor: “Yazarın işi dünyayı bir sorgudan geçirmektir’ savına inanmış bir yazarlık serüveni içindedir Oktay Akbal. Tek türe özgü bir söylem biçimi içinde kalmayışını bununla açıklayabiliriz. Çünkü soran, sorgulayan bir bakış, nesnelerin, varlıkların, olay ve olguların artalanına yönelir. Gerçekle imgesellik arasında bağıntılar kurmaya çalışır; imgesellikten kalkarak gerçeğe, gerçekten kalkarak imgesele varmaya çalışır.”

Ali Sirmen onun yazına adanmış yaşamına dikkat çekiyor: “Oktay Akbal gerçek bir edebiyat adamıdır. Nurullah Ataç’ın deyişiyle ‘günün yirmi dört saatinde edebiyatçı olmayı bilen’ bir yazar.”

“Eleştirmecilerin Oktay Akbal’ın hikâyelerinde bir şiir büyüsü bulmaları, bize ondaki bir başka karakteristiğe işaret eder: Oktay Akbal’ın titiz bir üslupçu olduğunu belirtmeliyiz” der, Behçet Necatigil.

TAM BİR CUMHURİYET ÇOCUĞU

Aziz Nesin: “1923’lü olduğuna göre sen tam bir Cumhuriyet çocuğusun,” der Akbal’a. Gerçekten o tam bir Cumhuriyet aydınıdır. En karanlık baskı dönemlerinde bile hep Kemalist Devrim ilkelerini savunmuştur. Yaşamının sonuna kadar da bu mücadeleyi kararlılıkla sürdürdü. İnatla yazmaya devam etti: “Atatürk Devriminin temel amacını açıklamaya, anlatmaya, benimsetmeye, çağdaş dünyada Türkiye’nin kendine özgü önemli yeri, almasının baş koşul olduğunu, bunun içinde kültüre, bilime, sanata, Atatürk’ün görüşlerine dayanması gerektiğini belirten yazılar yaza yaza bugünlere dek geldik…”

“Mustafa Kemal Atatürk’e kafası ve yüreğiyle bağlanmış tutarlı ve sayılı aydınlardan biridir Oktay Akbal. Onun ilke ve devrimlerini, özellikle bağımsızlık, laiklik, devrimcilik ve çağdaşlık düşüncesi birçok yazısına konu yapmıştır. Onları karalamaya, yadsımaya, saptırmaya, unutturmaya kalkışanlara inanç ve içtenlikle karşı çıkmıştır. Atatürkçü görünerek onun eserlerini yıkmaya, yıpratmaya girişenleri –nedenli yüksek mevkilerde olurlarsa olsunlar- eleştirmiştir.” Bu değerlendirme, Sivas’ta yakılan insanlarımızdan, değerli aydınımız Asım Bezirci’ye ait.

Akbal için Atatürkçülük, tarihi değerinin yanı sıra özellikle bugüne ve yarına ışık tutan bir anlayış bütünü olarak önemlidir. Bunu şöyle açıklıyor: “Atatürkçülüğü bir fikir ve inan bütünü, bir öğreti, bir toplum düzeni olarak ele almadan, ne dense yararsızdır.”

İÇTENLİKLİ BİR ANLATIM VAR

Oktay Akbal, Türkçeyi çok güzel kullanıyor. Kısa, yalın, canlı cümlelerle; kendiyle ya da bir okuruyla dertleşir gibi yazıyor. Bazen tek bir sözcükle meramını anlatmayı başarıyor. Yani az sözle çok şey söylüyor. İçtenlikli bir anlatımı var. O bu ustalığının gizemini şöyle açıklıyor: “Köşe yazısı bir çeşit söyleşidir. Dost okurlarla her gün yapılan bir söyleşi… Her konuda dertleşme… Öykücü ve denemeci kişiliğimin bu yazılarda daha etkin olduğu ortadadır. Kesinliklerden olabildiğince kaçınmak, güncel sorunlar üstünde düşünmek, daha doğrusu okuru düşünmeye çağırmak.”

SEVGİYİ YAZILARINA SİNDİREN BİR YAZAR Bir Yazar

Sevgiyi bilen, yazılarına sindiren bir yazar Oktay Akbal. Toplumu, sanatçıları, yazarları, şairleri kısacası insanı seviyor. Onun kitaplarını okuduğunuzda birçok yazın insanını da tanıyor ve seviyorsunuz. Çünkü onları, eserlerini sevgiyle, hoşgörüyle tanıtıyor, değerlendiriyor. Yazılarında kırıcı sözlere, katı değerlendirmelere rastlanmıyor. Doğaya da tutkuyla bakıyor. En küçük otlardan en görkemli ağaçlara kadar…

Akbal’ın yakın dostu İlhan Selçuk onun yazarlığında sevginin önemini belirtiyor: “Oktay Akbal hayata sevgiyle bakan özgün bir yazardır. Gerçi barışa, insanlığa, sevecenliğe tutkunluk yazarlığın doğal kuralı gibi görünür; ama adı yazara çıkmış çoğu kişiye bakın; hep hot zotla beyaz kâğıtları karalarlar.”

Adnan Binyazar da “Bir solukta okunup çok yararlanılan yazarlardan biridir Akbal” diyor ve ekliyor, “Bu okunurluk, yazarın edebiyatımıza getirdiği tattan, sevgiden ileri geliyor.

YAZARIN İŞİ DÜNYAYI BİR SORGUDAN GEÇİRMEKTİR

Günün siyasal ya da toplumsal katı gerçeklerini bazı yazarlar gibi görmezden gelmez Akbal. Aksine bu konuları ısrarla ele alır. Her zaman Atatürk’ün, Cumhuriyet’in, aydınlanmanın, sanatın, emeğin yanında yer alır. Haksızlığa, hukuksuzluğa karşı çıkar. Adnan Binyazar onun bu özelliğini vurguluyor: Son yılların en gözüpek yazılarını yazan Akbal’ın denemeleri, her zaman olduğu gibi, içtenlikle ilgiyle okunuyor. Bu okumada, yazarın okurla yarattığı dostluk ilişkilerinin payı büyüktür.

İlhan Selçuk da benzer bir değerlendirme yapıyor: “Oktay bir edebiyat adamıdır, ama toplumsal, siyasal ağırlıklı köşe yazılarıyla da ‘kitlelerin yönlendirilmesinde ve bilinçlerin ışımasında’ etkinliği çok büyüktür. (…)

Akbal yazarken düşünen, duyan, duyumsayan, yaşayan kişidir; yazıları da bu yüzden zamanları kapsayan birer günce gibidir.”

Bahri Savcı Akbal’ın insana odaklanan öykü anlayışı üzerinde duruyor. “Onun her yönüyle insanı kendinde üretme yeteneği vardır. Uzun bir yazarlık yaşamı içinde, virtüyoziteye ulaşmış bir kalemle, insanı üretiyor.”

Doğan Hızlan “Akbal, anıların ve duyguların insan yaşamını biçimlemedeki etkinliğini en derinden duyan yazarlardan biridir” diyor.

Bunun nedeni onun çağdaş insanlığın duyarlıklarını dile getirmesidir. “Yalnızca kendi ülkemizin, toplumumuzun, insanımızın sorunlarıyla değil dünya sorunlarıyla da ilgilenmek. Çünkü dünyamız çok küçüldü. İletişim olanakları arttıkça bu dünya daha da küçülecek.”

Melih Cevdet Anday da bu gerçeği belirtiyor: “Oktay Akbal yalnızca bizim değil, olabildiğince bütün dünyayı yaşayan bir duyarlık gücünün yazarıdır; öyle ki, onu yakından tanıyanların bildikleri gibi bu duyarlık gücü bir an bile boş kalmaz, yazındı, sanattı, politikaydı, olaylardan kuramlara, kuramlardan varsayımlara gider gelir.”

“UMUTSUZLUK YASAK”

“… yazmayacağım, daha doğrusu yazmakla ne elde edeceğim? Bunca yıl hemen her gün yazmakla ne kazandım? Topluma ne kazandırdım? Arada bir düşünürüm, boşuna mı ömür tükettim! Elli yıl, altmış yıl. Biraz daha yaşarsam daha da çok…”

Bazen bu tür duygular etkiler Akbal’ı. Oda bir insan, üstelik duygu yüklü, duyarlı… Arada bir umutları zayıflar, kendini belki de çaresiz hisseder. Kaygıları kendine ilişkin değildir. Tüm derdi günü ülkesidir, ülkesinin insanlarıdır. “Beni en çok üzen ülkemin, halkımın yanlış çıkmazlara itildiğini görmektir. Kişisel olarak en çok üzüntü duyduğum konu budur. Yoksa gelip geçici üzüntüler önemli değil.”

Ama bu ruh hali uzun sürmez. “Karşı çıkmak gerek,” der ve direnişini, sürdürür. Şair Metin Demirtaş da “Düşün, kavgayla kazanılacak baharı” der, “Umutsuzluk Yasak” şiirinde. Bahar kavgayla kazanılacaktır. Kavgayı bırakmak olmaz. Akbal da mücadelesinde ısrarlıdır. “Toplumumuzdan sorumluyuz. Bu yazarlık borcu hem de. Yazarlık yapılanların bilincinde olmaktır. Ezbere konuşmak, yazmak değil.”

Sevgili ve değerli yazarımız Oktay Akbal’dan sevgi dolu olmayı ve umutsuzluklara yenilmemeyi, kararlılığı öğreniyoruz. Yeri her zaman gönüllerin başköşesinde olacak.

Kaynak: Feyziye Özberk, “Cumhuriyet Aydınlığını Taşıyanlar”, yayınlanmamış kitap dosyası

Feyziye Özberk

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir